Hoşgeldiniz
Ziyaretçi
. Lütfen
giriş yapın
veya
kayıt olun
.
1 Saat
1 Gün
1 Hafta
1 Ay
Her zaman
Kullanıcı adınızı, şifrenizi ve aktif kalma süresini giriniz
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Giriş Yap
Kayıt Ol
kayseriengellilerdernegi.com
»
Kitaplık
»
Kitaplık
»
Lütfi Bergen Engelli Kentler Huzurumuzu Kaçırdı!
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88
Kayseri Engelliler Derneği Telefon 0533 392 33 88
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Lütfi Bergen Engelli Kentler Huzurumuzu Kaçırdı! (Okunma sayısı 3281 defa)
melleseferi
öMeR
Administrator
Hero Member
İleti: 18908
SiTe YöNeTiCiSi
Lütfi Bergen Engelli Kentler Huzurumuzu Kaçırdı!
«
:
Şubat 18, 2014, 03:53:15 ÖS »
Lütfi Bergen Engelli Kentler Huzurumuzu Kaçırdı!
Belde, ilçe, şehir ve mega kentlerimizin kaderini yakından ilgilendiren yerel seçimlerin yaklaştığı şu günlerde şehirlerimizle ilgili Kenti Durduran Şehir isimli çok sıradışı ve önemli bir kitaba imza atan Lütfi Bergen ile arkadaşımız Ahmet Yavuz, farklı bir röportaj gerçekleştirdi.
Siz üreticiyi bırakmıyorsunuz. İnsanlara diyorsunuz ki, “Tarlan ile uğraşma gel burda ayda 800 liraya güvenlik görevlisi ol!” Veya gündelikçi kadınlar için, “Gel burda gündelikçi ol sen, ayda 500 liraya bir çocuğa bak, veya temizlik yap” diyorsunuz. Dolayısıyla bu kadın kendi toprağında hürken, başkasının konutunda esir haline geliyor. Ve sigortası da olmuyor.
Şehri kentten, medeniyeti uygarlıktan ayıran tasavvurunuzun temelinde ne var?
İslam şehri (medine) cemaatle oluşmaktadır. Medine, Müslüman toplumun fıkıhla yaşamak için bir araya geldiği gönüllülik şehridir. Toplumun en küçük birimi hane (aile)dir. Şöyle düşünün Musa (as) Mısır’a ailesi (hanımı) ile gitmişti. Hz. Peygamber (asv)’in hicret sonrası ilk yaptığı işlerden biri ailelerin kurulması olmuştur. Hatta Hz. Adem (as) yeryüzüne indiğinde toplumunu nikâh akti ile birleştirdiği evlatlarıyla kurmuştu. Bu nedenle medeniyet teknik gelişme değildir, Müslüman toplumun fıkıhla inşasıdır. Şimdi bazıları “medeniyet yoldur” demektedir. Medeniyet yol ise şunu sormak gerekir: Bu nasıl medeniyet ki, Türkiye’de senede ortalama dört bin insan trafik kazasında ölüyor; oysa Kur’an “haksız yere bir cana kıyan bütün insanlığı öldürmüş gibidir” diyor. Lastik tekerlekli bu ulaşımın insana kastına bakarak “medeniyet” tanımının değişmesi gerekir. Medeniyet insanı yaşatmak için ise bu kadar can-mal kaybına meydan veren teknolojinin hak din İslam ile bağdaşmaz bir yapısı var demektir.
Somuncu baba ekmek sattı, Mahmut Hüdai ciğer!
Şehir neden kapitalizme karşı da, kent kapitalizme yataklık ediyor?
Kilise de ruhban bir sınıftır. Tanrı ile insan arasında aracılık yapmakta ve geçimlerini bu aracılıktan kazanmaktadırlar. Bizdeki ulema böylesi bir ruhbanlaşmaya uğramamıştır. Somuncu Baba ekmek satmıştır, İmam-ı Âzam ticaret ehlidir, Aziz Mahmut Hüdai pazar yerinde kadı kıyafetleriyle ciğer satıp, tuvaletleri temizlemiştir. Bu örnekler pek çoktur. İslam, ticaret / ziraat / zenaat ile uğraşan kesb (kazanç) ehlinin zenginleşmesine izin vermeyecek ilkelerle gelmiştir. Bu noktada şehir meslekî devamlılığı esas almakta, zenginleştikçe cemaati bozan burjuva bireyi kınamaktadır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” ikazı, sizi zenginliği bulunca oturduğunuz semti değiştirmekten men edecektir. Önce semtinizdeki fukaranın muhtaçlığını kaldırmanız gerekecektir. Keza Kur’an’da “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar, de ki: ihtiyaçtan fazlasını” şeklinde bir beyan bulunmaktadır. Bu ayet, zenginleşmeyi sürdürülebilir kılamayacağımızı ihtar etmektedir. Sahip olup da atıl kalan eşyalarınız hakkında hesap sorulacağı tehdidi taşımaktadır. Şehir bu nazardan bakılınca kapitalizmle çatışmalıdır.
Lütfi Bergen, kent bize ait değil, şehir kenti durdurmalı diyor. Tam da bir yerel seçimin arefesinde, binlerce belediye, bir o kadar da kentleri yönetmeye talip aday var. Huzurumuzu kaçıran bu kentleri şehir yapabilecekler mi?
Bir belediye başkanı televizyonda engelliler için, kadınların daha sosyal olması için projelerden bahsediyordu. Bence bunlar proje değil. Bunları zaten sivil toplum kuruluşları yapıyor. Yapmalılar.
Engelli kentler, huzurumuzu kaçırdı!
Siz düz bir satıhta şehir kurmuyorsunuz. Siz engebeli arazilerde kenti olabildiğince büyütüyorsunuz. Ve engelliler için çözüm üreteceğiz diyorsunuz. Bırakın engelliyi sağlam bir insanı bile bu kadar büyüttüğünüz bir kentte mutlu edemezsiniz. İstanbul’da engelli olmayan bir insanı, bir kadını düşünelim. Eminönü’nden otobüse bindi. Öğlen ezanı vakti 12’de oluyor şimdilerde. 2’yi 20 geçe de ikindi ezanı okunuyor. Bu insan 12’de otobüse binsin, Halkalı’da insin. İnip abdest alacak ve öğle namazını kılacak diyelim. Yetiştirebilir mi? Siz kenti öylesine büyütüyorsunuz ki bu, sizin fıkıh yapınızı tamamen bozuyor. Bu kişi şu noktaya geliyor. “Ben namazı kaçırdım, cem edebilir miyim” diye müftülüğe soruyor. Yani kent ile oynamıyor da, fıkıhla oynamaya başlıyoruz. Dolayısıyla bırakın bir engelliyi, sağlam kişiler için bile biz bugün ülkemizde kentlerimizi yaşanabilir olmaktan çıkarıyoruz.
Şehirde ulaşım ücreti haraçtır!
Şöyle de bir durum var. Bütün tarih boyunca insanlar kent içinde bir yerden bir yere ulaşmak için herhangi bir haraç vermemişlerdir kimseye. Eğer hasta değil, sakat değil, bakıma muhtaç değilse, insanların iki tane ayağı vardır ve ayaklarını kullanarak bir yerden bir yere ulaşırlar. Yani engelliler için proje ürettiklerini söyleyen belediye başkanları veya adayları, sağlam kişileri de sakatlıyorlar. Sonra onlardan ulaşım diye para alıyorlar.
Komşusu Açken, Parayı Bulunca Mahalle Değiştirilmez
Ama biz, ‘Komşusu aç yatarken’i bırak, evsizken parayı bulunca önce mahalle değiştiriyoruz, hatta aileyi değiştirmek diye bir malayani deyimimiz var.
Siz, komşusu açken tok yatan bizden değildir diyorsunuz ama komşusu evsizken ben ayağımı yatağıma rahatlıkla uzatırım diyorsunuz. Bizim bu İslamcılık düşüncesi veya dindarlık düşünce veya boyutlarımız, hadisleri alıyor ama bu hadislerin mekansal olanla ilintisini sağlayamıyor. Tam da bu noktada belediyeler ne yapabilir sorusunu sorabiliriz. Belediyeler, mekanı parasal bir vizyonla ele alıyorlar. Halbuki bu işin bir sosyal tarafı var. Bu insanlara ev vermek zorundasınız. Sokakta yatıramazsınız bu insanları. Adam evlenmiş, eşya sahibi olmuş, eşyaları için borçlanmış, borçlarını ödeyememiş. İşte şimdi kredi kartları ile ilgili önümüzde bir düzenleme var. Ve çok büyük sosyal patlama gelecek. Çünkü dünyada likit şu anda kısılıyor. Girdiğimiz trend bu. Bu anlamda kredi kartına değmeyen insanların senet imzalar duruma geleceğini, bir kısmının da bankalardan kredi çekeceklerini göreceğiz. Şimdi burada bir takım insanların mülklerinde önümüzdeki beş sene içerisinde bir yer değiştirme olacak. Bu yaşanacak açıkça.
Konut-araba-ihtiyaç kredileri furyası, sosyal felakete mi neden olacak yani?
Diyelim ki kredi çektiniz ev aldınız. Masraflarınızı da kredi kartınızla harcıyorsunuz. Kredi kartı borcunuzu ödeyemediğinizi düşünelim. Bu bir varsayım değil olabilecek bir şey. Kredi kartı limitinizi doldurduğunuzda, bir süre sonra normal ödemenizi de yapamayacaksınız. Ve banka diyecek ki, ben sana ipotek koymuştum zaten. Bunu ödeyemedin. Kusura bakma, ben senin evine el koyuyorum arkadaş diyecektir. Bunu kim önleyecek.
Yani bu evsizliği kim önleyecek?
Ya da bu duruma karşı Hükümet nasıl bir siyasi çözüm üretiyor, veya belediyeler buna ne diyecekler? Belediyelerin çarpık kentleşme denilerek yaptıklarına bir bakın! Adamın orda gecekondusu vardı. Altında bir bakkal vardı, kira alıyordu. Kendisi de üstünde oturuyordu. Adama dediler ki, “Senin sadece arsa miktarı kadar hakkın var. 200 metrekare. Yoksa senin oradaki gelirini ben dinlemem dediler. Adamı aldılar büyük yüksek konutlara koydular. İşte buradaki daire fiyatları 100 milyar. Senin de arsan 60 milyar ediyor. 40 milyarı borçlan, git bankaya dediler bu adama. Şu anda Ankara Hasköy’de yapılan tam da budur. Siz, mal sahibiyken bu adamı şimdi borçlardırdınız. Bunu belediyeler yaptı. Bu, büyük bir sosyal afettir aslında. Burada çok büyük bir rant var aslında. Belediyeler toprak elde ettiler. İnsanların mülkiyet haklarını aslında gasp ettiler. Eğer tartışılacaksa konu buradan tartışılmalı. Çok büyük bir mülkiyet el değiştirmesi var. Ve belediyeler burada, “İşte biz şu kadar yeşil alan, şu kadar yol, köprü yaptık. Hizmet getirdik” şeklinde bir söylemle insanların karşısına çıkıyorlar.
Çocuğumun Elinden Tutarak Okula Gidebilmeliyim
Bu biraz kaçınılmaz değil mi?
Bir kenti bu kadar genişletmek mantıklı mı peki? Bir yerden bir yere ulaşmak için para mı vermemiz gerekiyor bizim. Bu bir ezber! Ben, çocuğumu okula yürüyerek götürmek istiyorum. Çarşıya yürüyerek gitmek istiyorum. Alış veriş yaptığım zaman, eşyalarımı bir araca ihtiyaç duymadan son derece rahat bir şekilde evime getirmek istiyorum. Bu kent, buna izin vermiyor. Size hep daha geniş ve daha uzak mesafelerde mekanlar önerip, size aslında bir tür deli dumrulluk yapıyor, size bir tür haraç keser hale geliyor. Ve biz yürüme mesafesinden uzaklaştığımız için, asfaltla, betonla toprağı dönüştürüyoruz. Ve diyoruz ki biz şu alanlarda sizi tozdan, çamurdan uzaklaştırdık. Burda da bir sıkıntı var. Kentin bugünkü hali sürekli masraf isteyen bir yapıdadır. Kentlerin bugünkü durumu, tabiatla bizim temasımızı kesiyor.
Seçimlerden, adaylardan, projelerden ve şehirlerimizin geleceğinden umutlu değilsiniz yani. Ne olacak peki halimiz...
Bu kentlerin içinde, bu kentlere yönelik çözümler, ancak palyatif çözümler olabilir. Fıkıhla, mekan arasındaki bağlantıyı, geçişkenliği sağlayacak bir çalışma yapılamaz bugünkü mekan politikasında. Şöyle düşünün. Osmanlı veya İslam’da, atıl kalan bir tarlayı, bir arsayı ihya eden, onun mülk sahibidir şeklinde Kitabul Haraç’da da geçiyor bu. İmam-ı Azam’ın öğrencisi. Allah Rasulü’nün de hayatında görüyoruz. Osmanlı’da da var bu. Yani atıl olan bir yeri, bir insan imar edip, oradan geçimini temin ediyorsa İslam buna teşvik vermiştir. Peki, şu an yaşadığımız toplumda böyle bir şey mümkün mü?
Hz. Ali, dağdan odun toplayıp, pazara getirip satmış ve geçimini sağlamıştır. Bugün sizin, tarlanızdan topladığınız herhangi bir mahsülü, çarşıya getirip satmanız mümkün mü? O zaman bugünkü kent yapılaşmamız ne fıkhi anlamdaki ticaretimize, ne de insanca yaşamamıza izin vermiyor demektir. Ya da şöyle bir şey söyleyim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde konut dokunulmazlığı vardır. Anayasanızda da konut dokunulmazlığı vardır. Ama Osmanlıda tımar nedeniyle, tımar sahibi olan kişinin ev edinme dokunulmazlığı vardır. Hiç kimse evsiz değildir Osmanlı toplumunda. Biz bunu bugüne nasıl güncelleyeceğiz? Oysa bugün evsizlik var dünyada.
03.02.2014 - Milli Gazete
Anahtar Kelimeler : Çayı hazırlayan da cevap vermeye hiç üşenmez.
Kayıtlı
>>>>>>>>>>
kayseriengellilerdernegi.com
<<<<<<<<<
BizdeVARIZ.NeT { melleseferi.com } Kayseri Engelliler Dernegi öMeR
Engelsiz Bir Dünya için Bizde VARIZ
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
kayseriengellilerdernegi.com
»
Kitaplık
»
Kitaplık
»
Lütfi Bergen Engelli Kentler Huzurumuzu Kaçırdı!